Sağlık ; "Bedenin ve ruhun esenlik içinde bulunması durumu, esenlik.” şeklinde tanımlanıyor.
Sağlık kavramı genel olarak yukarıdaki gibi olsa da göreceli ve değişkendir.
Bizim asıl alanımız mikro fizik, kuantum fizik, mikro enerji…
Sağlığa bakış açımız, alışılagelmiş bakış açılarından biraz daha farklı.
Bizim için sağlık ; moleküllerimizden başlayarak, hücrelerimiz, dokularımız, organlarımız, sistemlerimiz ve tüm bedenimize yayılan, oradan da etki alanımız kadar çevremize yayılan bir frekans dalgalanmasıdır.
Bu nedenle ; eksi ve artı enerjiden bahsediyoruz. Eksi enerjinin eksilttiğinden, artı enerjinin adı üstünde artırdığından söz ediyoruz.
Bedenimizde bir hücrenin hastalanmasıyla başlar kanser ve diğer tüm hastalıklar!
Sağlık demek o hücrenin hastalanmasını önlemek demektir!
Bunun için ;
Moleküler boyutta hücre işleyişini bilmek,
Hücre boyutunda ihtiyaçları bilmek,
Hücre boyutunda ihtiyaçları gidermek,
Hücre içi düzenli işleyişi sağlamak,
Hücre boyutunda iyileştirmek,
Hücrenin esenliğini sağlamak demektir.
Kanser de dâhil tüm rahatsızlıklar ve hastalıklar hücre boyutunda başlar, hücre boyutunda biter!!!
Bazılarınız sayfadaki bazı terim ve kavramları anlayamadığınızı söylüyorsunuz.
Evet, konulara yabancı olanlar için anlaşılmasının biraz zor olduğunu biliyorum. Ancak bu zorluk süreç ilerledikçe, sizlerle bilgileri paylaştıkça ve sizler de bu konuları araştırıp anlamaya çalıştıkçe ve önerileri uyguladıkça yerini kolaylığa bırakacaktır.
Tekrar anımsatmakta fayda var ; burada yazılı olan ne varsa sayfanın yazarı olan benim tarafımdan uygulanıp, denenip, elde edilen en iyi sonuçlarına göre buraya aktarılıyor!
Hücresel sağlımız için nelere ihtiyacımız var?
Bizler ; su, karbonhidratlar, yağlar, vitaminler, mineraller, enzimler, bileşikler ve diğer mikroorganizmalardan oluşan varlıklarız!
Bunlar bedenimizde yeterli, dengeli oranda olursa ve sağlıklı işlenirse biz de sağlıklı oluruz.
Bizler yaşam döngümüzü devam ettirebilmek için dışarıdan besinler aracılığıyla bu temel yapı taşımız olan elementleri sürekli yerine koymak mecburiyetindeyiz!
Bunu yaparken de en sağlıklı olanından, ölçülü bir şekilde yiyip, içmeli, uykumuza, eğlenmemize, güneşlenmemize, dansımıza ve dinlenmemize önem vermeliyiz.
Eğer sağlığımızı bozan etkenleri anlayabilirsek, onu nasıl iyileştirebileceğimizi de biliriz.
Hücrelerimizi ne bozar?
Hücrelerimizi bozan birçok etmen vardır ;
Bilinçsiz tüketim,
Bilinçsiz beslenme,
Yetersiz beslenme,
Sağlıksız beslenme alışkanlıkları,
Çevresel faktörler,
Bilinçsiz yaşam tarzları,
Kalıtsal (genetik) faktörler,
Bunların tümünün çaresi vardır.
Beslenmenizi ve alışkanlıklarınızı değiştirdiğinizde, yaşantınız değişir!
Yukarıdaki bizi bozan bazı etmenleri sıraladık. Bunları daha da artırabiliriz. Ancak önemli olan temel bozan nedenleri öğrenip, onu düzeltmektir.
En temel unsur bedenimizde fazla miktarda atık asit oluşması ve bu asidin bedenimizden sağlıklı bir şekilde atılamamasıdır.
Başta kalp – damar, kan rahatsızlıkları, tiroid bezi rahatsızlıkları, merkezi sinir sistemi rahatsızlıkları ile tüm organ, doku ve hücrelerimizin sağlıksız olmasının ana nedeni kandaki asit ve özellikle de ürik asit miktarının dengesiz olmasıdır.
Ürik asit seviyesi arttığında bedenimiz çok bağırır, feryat figan eder ancak duymayız ve anlamayız! Bize acısının olduğunu, canının yandığını, işlerin yolunda gitmediğini çok değişik sinyaller vererek sürekli bildirir.
Ancak ; biz kendi bedenimizden uzak yaşadığımız ve kendi beden dilimizi tam anlamıyla bilmediğimizden bu sinyalleri çoğunlukla almayız, alsak da önemsemeyiz, önemsesek de uygun bir ilaç ile bastırma yoluna gideriz!
Yangıyla, ağrıyla, sızıyla, uyuşmayla, sıcaklamakla, terlemeyle, zonklamayla, istemsiz kıpırtıyla, devingenlikle, ara ara soluk alış verişini kesmekle, dermansızlıkla, enerji düşüklüğüyle, üşümeyle, titremeyle, kızartıyla, kaşınmayla, morarmayla, deri döküntüsüyle, saç diplerinin kaşıntısıyla, derideki küçük yaralarla, algılama güçlüğüyle, kaygılanmakla, telaşlanmakla, uyku bozukluğuyla, stresle, panik atakla, iç bunalımıyla, … gibi daha birçok şekilde tepki verir bedenimiz ona yardım edebilmemiz için!
Peki nedir bu asit ve atık asit?
Bedenimizin neredeyse tamamını çok değişik türde asit grupları oluşturur. Nükleik asitler, amino asitler, yağ asitleri, kompleks asitler, paralel ve antiparalel asitler, cyclic asitler, … gibi ve biyolojik devamlılığın sağlanması için birçok asit türü vardır bedenimizde.
Biyolojik devamlılığımızın sağlanabilmesi için besinlerle birlikte çok çeşit, tür ve ölçüde bedenimize asit almaya mecburuz.
Çünkü bu asitlerin çok büyük bir bölümü özellikle kalp ve beynimizde yakılarak bizim frekans dalga boylarımızın sağlıklı salınımını sağlarlar ve enerjimizi açığa çıkarırlar.
Beslenirken aldığımız besinler bedenimizde pek çok işlemden geçer, kimyasal tepkimelere girer ve tepkimelerden arta kalan kimyasal atıklar oluşur.
Ayrıca ; çevresel faktörler, besinlerle aldığımız karbonhidratların, yağların, vitaminlerin, minerallerin, enzimlerin ve bileşiklerin içerisinde metabolizmamızla uyumsuz, insan bedeninde olduğunda onun dokularına zarar verecek zararlı maddelerde kimyasal atıktır.
Tüm bu kimyasal atıklar bedenden uzaklaştırılmazlarsa durdukça hücrelerimizde pas etkisi göstermeye başlar. Yani hücrelerimizi çürütmeye başlarlar. Aynı demirin oksitlenip, paslanması gibi!
Paslanmak ; işsizlikten, devinimsizlikten yaşamsal fonksiyonlarını yitirmek, uyuşup kalmaktır.
Hücrelerimiz ne denli paslanırsa, biz de o denli yaşlanırız…!
Demir minerali kanımız ve dokularımız için yaşamsal öneme sahiptir.
Demir çok kısaca anlatımla metalik bir madendir. Hava ve sudaki oksijenle tepkimeye girer, oksitlenir ve çürümeye başlar.
Bizim bedenimizde de durum aynıdır.
Besinlerle aldığımız demir minerali çeşitli aşamalardan geçer, kimyasal tepkimelere girer, kullanılır ve geriye oksitlenmiş atığı kalır.
Sobada kağıdı yakarız, odunu ya da kömürü yakarız. Odamız ısınır, biz ısınırız. Yanma işlemi boyunca borulardan gaz çıkar. İşlem bitince geriye külü kalır ve bir de borulardaki “is”. Aynı onun gibi!
Şöyle ki; demir minerali alabilmek için ıspanak yeriz.
Yediğimiz ıspanak sindirim sistemimizde işlemlerden geçer, o arada biz ısınırız, rahatlarız. Demir minerali ısı ile işlenerek, hücrelerimizde depolanır.
Yediğimiz ıspanağın sindirim sistemimizde dışkılama yoluyla attığımız posa küldür.
Ispanağın içindeki demir kimyasal işlemle yandı, damarlarımızda hemoglobin oldu ve oradan da dokularımıza götürüldü.
Dokularımız içerisindeki hücrelerimizde daha önceki yanma işlemlerinden kalan kimyasal atıklar vardır. Bu atıklar da yine kan aracılığıyla akciğerlere getirilir ve soluk verişimiz esnasında bir bölümü karbon bileşikleri olarak bedenimizden atılır.
Ancak ; bedenimizin pH dengesinde bozukluk varsa, yani asit dengesizliği varsa, damarlardan atılacak olan bu karbon bileşikleri tam ayrıştırılamadığı için damarlarımızın iç yüzeylerine yapışmaya başlar. Damarlarımızın içinde biriken kimyasal zehirli atıklar soba borusundaki istir.
Biz hücrelerimizde ve damarlarımızda bulunan bu kimyasal atıkları uygun şekilde atamadığımız sürece rahatsızlıklarımız da, hastalıklarımız da devam eder.
Günümüzde hazır gıdaların tümünde bedenimize zarar verecek zehirli maddeler var mı? Var.
Bedenimiz için kullandığımız, evimiz için kullandığımız tüm ürünlerde, kullandığımız tüm ilaçlarda zehirli maddeler var mı? Var.
Meyvelerimize, sebzelerimize yetiştirilirken türlü türlü kimyasal ilaçlar atılıyor mu? Atılıyor.
Yaşadığımız ortamlar yalnızca madde bazında değil, aynı anda frekansal olarak da kirleniyor mu? Kirleniyor.
Beslenmek adına, iyileşmek adına bilinçsizce tüketim yapıyor muyuz? Evet.
Ee bir de yukarıda söz ettiğimiz bedenimizin çalışma esnasında ortaya çıkan kimyasal atıkları da var.
Bunca zehire karşılık bedenimiz rahatsızlanmasın da, hastalanmasın da ne yapsın?
Peki çare var mı? Sürekli rahatsızlık ve hastalık döngüsünden kurtulabilir miyiz?
Elbette.
İstersek kurtuluruz, daha sağlıklı ve esenlik içerisinde yaşayabiliriz.
Nasıl?
Biraz daha bilgi
Biraz daha bilinç yani farkındalık
Biraz daha kararlılık
Biraz daha disiplin bize yeter!
Önce neyi bilelim?
Bedenimizin iyileştirme gücünün sonsuz olduğunu ve bu mekanizmayı bizden başka çalıştırabilecek kimsenin olmadığını!!!
İkinci olarak
“Doğal beslenme” ile “hazır gıdalarla beslenme” arasındaki farkı bilelim.
“Doğal beslenme” adı altında yaptığımız yanlışları bilelim.
Aralarındaki fark nedir?
Ortalama yetişkin bir insan metabolizması
Ispanaktan alacağı demir için 4 kalorilik enerji yakar,
Hindi etinden alacağı demir için 12 kalorilik enerji,
İnek etinden alacağı demir için 15 kalorilik enerji,
1 demir hapı için 26 kalorilik enerji yakar. (İlk kullanımda hapın içindeki demirin de en fazla % 30-40’ı emilirken, sonraki alımdalar bu oran gittikçe % 3 – 4’e kadar düşebiliyor. Gerisi kimyasal atık!)
Bunun anlamı şu ;
Ispanaktan demir emilimi için metabolizmamız 4 kalorilik atık üretir,
Hindi etinden alacağı demir için 12 kalorilik atık üretir,
İnek etinden alacağı demir için 15 kalorilik atık üretir,
1 demir hapı için 26 kalorilik atık üretir.
Peki bu ne demek?
Aynı oranda demir minerali alımı için metabolizmamızın 6 kattan daha fazla çalışması ve yorulması demektir.
Bu atıkları bedenden atabilmek için 6 kattan daha fazla antioksidana ve ek minerallere ihtiyaç duyuyor demektir.
Buna değer mi? Tercih sizin…
Peki başka ne anlama gelir bu?
Yediklerimizden alınan antioksidan bu ihtiyacı karşılamıyorsa, eksik olan antioksidan ölçüsünde bedenimiz çürüyor, yıpranıyor, rahatsızlanıyor, hastalanıyor ve yaşlanıyor demektir.
Antioksidan nedir?
Hücre onarımı yapmak için başka bileşiklerle sentezlenebilen bileşiklerdir. Özellikle sebze, meyve, kuruyemiş ve bazı bitkilerde çok bulunur.
Burada da önemli olan ; bize en yararlı olanları tanıyıp, dengeli olacak şekilde beslenmemizi ona göre düzenlemektir.
Eğer doğal antioksidan açısından zengin ıspanağı “Bitki Terapisi –BİTKHAÇE”de önerilen şekilde yapıp yerseniz, kendisini yerken ortaya çıkan atıkları rahatça attırdığı gibi, yukarıda yazılı olan hindi eti ve inek etinden ortalama 5 kat fazla antioksidan içeriğine sahip olduğundan, metabolizmanızın zehirleri temizlemek için ihtiyacı olan antioksidan içeriğinin de bir bölümünü de karşılarsınız.
Yukarıdaki bilgiler ışığında demirin dışarıdan hap şeklinde alınmasını önerebilmem mümkün değil!
Tüm yukarıda saydığım zehirli maddelere ek olarak ilaç olarak kullandığınız haplar için de bedeninize antioksidan açısından zengin besinleri yemelisiniz. Bu antioksidanları hap olarak alsanız bile yeterli olmaz. Çünkü onların atıkları için de antioksidana ihtiyacınız ve ek minerallere ihtiyacınız var!
“Ben bir yandan zehirli gıdaları yerim, bir yandan da daha fazla antioksidanlı besinleri yersem bu dengesizliğin üstesinden gelirim” diye düşünebilirsiniz.
Ancak metabolizmamız daha fazla aldığımız antioksidanların yakımı için de atık madde üretir! Bu da bize yorgunluk, yorgunluk, yorgunluk ve yine hastalık olarak geri döner!
Sağlık demek ; dengeli, sakin, neşeli, esenlik içerisinde mutlu yaşamak demektir. Bedenimiz bizden bunu ister!
Bu nedenle gözüken en iyi çare ;
Öz yaşam frekans ayarlarımıza geri dönebilmek için ; karbonhidratları, yağları, vitaminleri, mineralleri, enzim ve bileşikleri antioksidan bileşiği yüksek olan besinlerden karşılamak gibi gözüküyor!
Kısa bir öz eleştiri yapalım
Ülkemizde sağlıklı yaşamak için ne eksik? Sebzemiz, meyvemiz, kuruyemişimiz, bakliyatımız yurt dışından mı geliyor? Geliyorsa bu bizim ayıbımız değil mi? Topraklarımıza çürük domatesi atsak fide veriyor, kabak çöpünü atsak, kavun, karpuz çöpünü atsak fide veriyor, meyve veriyor!
Evet, bunca zarar verilmesine rağmen veriyor topraklarımız!
Daha net yazıyım “Dünya’nın en verimli toprakları üzerinde yaşayıp hasta olabilmek, hastalıktan ölebilmek çok büyük yetenek ve çok büyük kabiliyet ister!” İşte biz bunu başarıyoruz!!!
Bizler hazır paket içine giren ürünleri kullandıkça,
Bizler tahıl grubundan yapılan nişastalı besinleri yedikçe,
Bizler bazı bitkilerin ve özellikle yeşil bitkilerin yan etkisini bilmeden çokça yedikçe,
Bizler baş ağrısına, eklem ağrısına, üşütmeye, tansiyona, kolesterole ilaç kullandıkça,
Tiroit hormonlarının düzeni için iyotu dışarıdan aldıkça,
Sağlıklı diye yiyip içtiğimiz besinlerin sağlığımıza etkisini, yan etkisini bilmedikçe,
Bizler grip için kelle paça yedikçe, limonlu sarımsaklı sular içtikçe,
Kalp için bol bol tereyağını, kuyruk yağını, o yağını bu yağını yedikçe bedenimiz fazlasıyla zehirlenir ve kimyasal atık üretir!
Hayvansal ürünlerin faydası bedenimizde çok olsaydı ;
Danimarka, Japonya en fazla balıkla beslenen ülkelerin başında geliyor. Kalp ve damar rahatsızlıkları gittikçe önemli seviyede artıyor!
Neden ?
Madem ki ; balık çok sağlıklıda bu insanlar da niye bu kadar kalp – damar rahatsızlığı artıyor?
Madem ki ; balık yağı hapları sağlığımız açısından çok önemli de, bu ülkelerin insanları neden tüketmiyor? Tüketiyorlarsa neden yeterli faydayı görmüyorlar?
Et ve süt ürünlerini tüketen Danimarka, Norveç, İsveç, İsviçre neden kemik erimesi oranı en yüksek ülkeler arasında yer alıyorlar?
https://www.osteoporosis.foundation/health-professionals/fragility-fractures/epidemiology
Elbette bunların bilimsel izahı var!
Ve bu izahların tümü sağlıksız ve bilinçsiz beslenmeye dayanıyor!
Bir de tüm bunların üzerine ; açlık orucu (otofaji), su orucu, o diyeti bu diyeti yaptıkça bedeniniz çırpınır durur. Kilo verirsiniz de aynı anda sağlığınızdan da olursunuz!
Çünkü bedenin bir işleyişi vardır. Onun bir dili vardır. Onun dilinden anlamayı öğrenmedikçe yukarıda saydıklarımız ve dahası onun işleyişini bozar.
Üstüne basa basa tekrarlıyorum bedenimiz
Düzen ister
Uyum ister
Sakinlik ister
Rahatlık ister
Sadelik ister
İlgi ister
Mutluluk ister, mutluluk ister, mutluluk ister…
Üçüncü olarak
Zararlı olanlardan uzak duracağız!
Nasıl?
Aşama aşama…
Çünkü hazır olarak aldığımız gıdaların neredeyse tümünde tatlandırıcı vardır. Bunun da anlamı o gıdalara bağımlılıktır.
Bedeninizin ihtiyacı yokken bile canınız hazır gıda çekiyorsa bunun nedeni bağımlılıktır!
Meyve, sebze, kuruyemiş, bakliyat çekiyorsa bu ihtiyaçtır! Bunun nedeni de alışkanlık döngüsüdür.
Nelerden uzak duracağız ?
Beslenmek Terapisi – KARNİÇE’de ne tür bitkilerin sıklıkla, ne tür bitkilerin aralıklarla yenileceğini kısaca yazdım. Şimdi bunu biraz daha detaylandıralım ki daha net anlaşılsın.
Toplumumuzda ne yazık ki ; “yeşillikler zararsızdır, istenildiği ölçüde yenilebilir!” algısı var. Bu çok yanlış ve tehlikeli bir algıdır!
İnsanlarımızın sağlıklarını bozacak ve yaşamlarını tehdit edebilecek ölçüde yanlış bir algıdır!
Buna biraz da son yıllarda artış gösteren sağlık programları neden oldu. Bilenler de konuştu, bilmeyenler de!
Ülkemizde “Sağlık Programları Zehirlenmesi” de var! Çok bilgi demek, doğru bilgi demek değildir. İnsanların aklını karıştırır, “kaş yapıyım derken göz çıkartır”!
Bazı yeşil bitkiler vardır ki ; çay kaşığının ucu kadarı bile başka bazı bitkilerle kimyasal tepkimeye girdiklerinde yaklaşık 10 -15 dk. içerisinde insanları zehirleyerek ölümlerine yol açabilmektedir!
Bazen duyuyorsunuz “bir şeyi yoktu, bir an da kalp krizi geçirdi, ne olduğunu anlayamadık!” denir. Bu tür durumlarda kişilerin kalp krizi, beyin kanaması, ani gelişen şok durumuyla soluklarının durmasından önce ne yiyip, içtiklerine bakılmalıdır!
Ülkemizde sıkça tüketilen bitkilerden ;
Nane
Fesleğen
Adaçayı
Reyhan
Kekik
Lavanta
Yarpuz
Mercanköşk
Ballıbaba
Defne
Biberiye
Yeşil çay
Bu bitkileri sağlığınızda bir sorun yoksa ara ara kullanmanızı öneriyorum. Çok faydalı olmalarına rağmen ilaç yapımında kullanılmaları daha uygundur. Bu bitkiler rahatsızlıklar ortaya çıktığında kürler şeklinde kullanılabilir. Sayfada bu bitkilerin kürlerine de yer vereceğim.
Haftada 2 ya da 3 kez yemeklerinizde çay kaşığının ucu kadar tatlandırıcı olarak kullanabilirsiniz. Çay olarak da yine bu şekilde yani haftada 2 ya da 3 kez yalnızca 1 fincan.
Bunlar günlük olarak sabah – akşam kullanılabilecek bitkiler değildir!
Neden?
Sedatif etki yaratan bitkilerdir. Yani sakinleştirme özellikleri vardır. Bu nedenle ; özellikle stresli ve uyku uyuyamayanlara çok önerilir. İçerisinde kuvvetli antioksidan, antiseptik, bazısı anti kanserojen bileşikler bulundururlar aynı zamanda metabolizmayı süratlendiren bileşikleri içerirler.
Ancak ; bu bitkilerin metabolik histamin düşürücü özellikleri de vardır. Özellikle beyaz kan hücrelerinin alt hücreleri olan mast hücrelerindeki histamin seviyesini oldukça düşürürler. Histamin seviyesinin sürekli düşürülmesi hücrenin görevini aksatmasına neden olur. Sürekli kullanımlarda damarlarda ve özellikle kılcal damarlarda damarların genişlemesine yol açarlar.
Damarların kendi ritimleri vardır. Dışarıdan onların sürekli ritimlerinin bozulmasına yol açacak şekilde beslenmek işleyişlerini bozar. Bu bitkiler sıkça yenir ya da çayları sıkça içilirse, damarlar sürekli genişleme ve daralma işlemi yapmak zorunda kalır. Metabolizma damarların elastikiyetini korumak için daha çok çabalar.
Damarların elastikiyeti de, ritimleri de önemlidir. Dışarıdan sürekli şekilde bu işleyişe müdahale etmek hormonal dengesizlikleri artırır. Hormonal dengesizlikler tansiyon dengesizlikleri, şeker dengesizlikleri, çarpıntılar, ritim bozuklukları, panik ataklar, alerjiler, beden ısı değişiklikleri, … gibi pek çok dengesizliğin, rahatsızlığın ve hastalığın nedenidir.
Hormonal denge nasıl bozulur?
Bedenimizdeki tüm salgı bezlerinin de kana salınımında bir işleyiş ritimleri vardır. Bu ritimler bozulmaya başladığında salgı bezlerinden salınan hormonların kana karışım süre, oran ve en önemlisi bileşik düzeylerinde değişiklikler meydana gelir. Damarların uzun süre normalin üzerinde geniş kalması demek, hormon salınımının fazla olması ve içeriğinin değişiklik göstermesi demektir. Bu mikro düzeydeki işleyiş üzerinde kaygı ve endişeye neden olan bir durumdur.
Metabolizmamız birçok asit bileşik tepkimesini mili saniyenin milyonda biri gibi sürelerde yapar. Bu nedenle kendi öz frekans dengesi içerisinde saati tıkır tıkır çalışmalıdır!
Örneğin sabah akşam kekik çayı içiyorsunuz. Çay şeklinde olduğu için 10-20 dk. içerisinde kana karışır. Bedeniniz normal çalışırken endorfin salgısı artmaya, endorfin diğer hormonların salınımını artırmaya, bedeniniz sakinleşmeye ve yavaşlamaya başlar.
Histamin düzeyinizde bir azalma başlar.
Endorfin de damarlarınızı genişletecek hormonları salgılatmaya başladığından, damarlardan geçen kan miktarında bir artış söz konusu olur.
Bu durum ;
Daha çok histamin atılımına,
Kana karışan hormon miktarı ve içeriğinde değişikliklere,
Kekik içerisinde bulunan zararlı bileşiklerin de bedene yayılımını artırıcı etki gösterir.
Metabolizma bir şaşkınlık yaşar!
Bedeniniz önce endorfin ardından da serotonin ve türev hormonları salgılamaya başladığından, merkezi sinir sisteminiz algılama sistemlerini yavaşlatmaya başlamıştır.
Ancak ; yukarıda kısaca saydığımız metabolik dengesizliklerden dolayı ; limbik sistem “acil durum” koduyla bedenin dengesini sağlayabilmek için hücreleri daha fazla çalışmaya zorlar.
Bunun sürekli tekrarlanması metabolizmamız açısından istenmeyen bir durumdur!
Yukarıda yazdığımız bitkilerin ve benzer bitkilerin ortak özellikleri budur. Özellikle kekik suyu ve yukarıda adı geçen bitkilerin çayını içtikten bir kaç saat sonra başlayan baş ağrınız, tansiyon ve şeker dengesizlikleriniz, titremeleriniz, mide ve bağırsak sendromlarınızın ve başka belirtilerin asıl nedeni bu olabilir.
Siz çayı içtikten sonra bu belirtileri fark etmezseniz, sorunların kaynağını kekiğe ya da içtiğiniz çaya bağlamayabilirsiniz.
Bu bitkilerin sıkça tüketilmesi hormonal dengeyi bozduğundan özellikle çocuk isteyenlere, anne adaylarına, gebe kadınlara ve emziren annelere aşağıdaki nedenlerden dolayı önerilmemektedir.
Cinsel isteğin azalabileceği,
Cinsel birleşme kalitesinin bozulabileceği,
Çocuk oluşumunun engellenebileceği,
Düşüklere neden olabileceği,
Anne karnındaki bebeğin sağlığını etkileyebileceği bazı araştırmalarda belirtilmektedir.
Ayrıca ; tere, roka, kuzu kulağı, radika, hardal, zahter, lahanalar ve turp çeşitleri de benzer içeriklere sahip olduklarından sıkça yenmeleri uygun değildir!
Seviyorsanız ve kullanmak istiyorsanız bile haftada 2-3 kez ve çok az ölçüde olmak kaydıyla yiyip, içebilirsiniz.
Kronik rahatsızlıklarda, kalp ve damar rahatsızlıklarında, kan ve tiroit rahatsızlıklarında bu süre 3-4 haftada bir olarak daha uygun olur.
Gebelik durumu söz konusuysa ve emziren annelere tavsiye edilmez!
Mahlep
Zencefil
Zerdeçal
Kimyon
Çörekotu
Bu bitkilerin metabolizmayı rahatlatma, sinirleri yatıştırma, özelliklerinin yanı sıra antiseptik, anti kanserojen, antioksidan gibi birçok olumlu özellikleri vardır. Tümü çok iyi yağ yakma özelliğinden dolayı özellikle kilo vermek isteyenlere önerilir.
Ancak çok yararları olmasına rağmen bu bitkiler de ilaç sanayinin hammaddesidir ve orada işlenmelidir.
Neden?
Çünkü içeriklerinde pek çok türde fenolik asit bileşikleri var ve bazı bileşikler bağırsak epitellerini aşarak direkt kana karışabiliyor. Ve oradan da tüm bedenimize dağılıyorlar. Bedenimizde fenolik asitler de dâhil asit bileşiklerinin karaciğerimizde sentezlenmesi uygunluk değerlendirmesi açısından önemlidir.
Bu fenolik asitler kan aracılığıyla doğrudan kana karıştıkları için sinir (nöron) hücre bariyerlerini de geçebiliyor ve özellikle limbik sistem sinir hücre bariyerini geçtiklerinde içerdikleri asitler ile direkt hücre içinde yanabiliyor ve hücre içi asit dengesini bozabiliyorlar. Bu bozulma sinir hücresinin çalışmasını değiştirebiliyor.
En çok kullanılanlardan mahlebi ele alalım.
Mahlebin en etkili olduğu alanlar hormonal sistem, sinir sistemi, kalp ve dolaşım sistemi, üreme sistemidir.
Limbik sistem de, bu sistemler dâhil tüm bedenimizi çalıştıran ana kumanda sistemidir. Limbik sistemdeki hücrelerin zarar görerek asit düzeyinin bozulması demek, başta yukarıda saydığımız sistemler olmak üzere tüm bedenin işleyişinin değişmesi demektir.
Ayrıca ; ülkemizde en çok kullanılan zencefil ve zerdeçal :
Kan rahatsızlıklarında kullanılmaz ; kan rahatsızlıklarını artırabileceği, kanama riskini artırabileceği,
Kalp rahatsızlıklarında kullanılmaz ; kalpte sinir hücrelerinde yanma hissi oluşturabileceği, tansiyon düşürücü etkisinin uzun vadede metabolizmaya zarar verebileceği,
Kadın sağlığında kullanılmaz ; vajinayı tahriş edebileceği, vajinal kanamaları artırabileceği, vajinal kramplara yol açabileceği,
Gebelikte kullanılmaz ; gebe kadınlarda kanama ve düşük riskini artırabileceği,
Ve daha fazlasını birçok bilimsel makale bulabilirsiniz.
Ayrıca ; ağız içi mukozasını tahriş edici, mide ve bağırsakları tahriş edici, karaciğer enzimlerini değiştirici özellikleri de vardır.
Mahlep, zencefil ve zerdeçalı sürekli kullanıyorsanız, üzerinizdeki etkiyi takip edin.
Yaklaşık 4-5 saat sonra yani endorfin düzeyi düşmeye başladıkça beyninizin özellikle sol tarafında migren ağrısı gibi ağrı oluşuyorsa ve omuriliğinizden yayılıyorsa,
Özellikle sol tarafınızda kas ve kemiklerinizde bir yavaşlama varsa,
Sabah kalktığınızda özellikle sol tarafınızda, bacaklarınızı tutulmuş gibi hissediyorsanız,
Kalbinizde bir dalgalanma yani ara ara çarpıntı, ara ara sakinlik oluşuyorsa size zarar veriyor demektir. Bu bitkileri olabildiğince az kullanın!
Sağlıklıyım diyorsanız haftada 1 kez.
Kronik bir sağlık sorununuz varsa iyileşinceye değin 3-4 haftada 1 kez kullanmanız önerilir.
Çörekotu ise adı üstünde çöreklere tat vermek içindir. Çok spekülasyon yapılarak özellikleri abartılmaktadır. İlaç yapımında hammadde olarak çok kullanılmaz!
Spekülasyon demişken size “Lale Çılgınlığı ya da spekülasyonunu” okumanızı öneririm. Ki ; pek çok bitki sermayedarı bitkileri fiyatlandırabilmek için bu tür algı yaratma yoluna gitmektedirler.
Ben sayfanın yazarı olarak ; kekik, nane, tarçın ve kimyonu arada bir yemek ve tatlılarda kullanırım. Mahlep ve zencefili yalnızca ilaç yapımında diğer bitkilerle etkileşim için yapılan ilaca uygun ölçüde kullanırım.
Tarçının çalışma özelliği biraz daha farklı olmakla birlikte yine de ara ara ve az ölçüde kullanılmalıdır. Çoğu kişide alerjik reaksiyona, kalpte çarpıntıya, uzun süreli kullanımlarda karaciğer hasarına yol açabilmektedir.
Diğerlerini kullanmaya ihtiyaç duymuyorum.
Bitkilerin metabolik yan etkileri özellikle hormonları etkiliyorsa rahatsızlığınızı ve hastalığınızı artırır.
Tercih sizin…
Solanin zehirlenmesi
Solanaceae familyasına dâhil olan sebzelerin toksik etkileri (patates, patlıcan, domates, biber vb.)
Solanaceae familyası sebzeleri az ya da çok alerjik olabilir. Duyarlılığı belirleyen faktörler arasında mevcut olan alkaloid grubunun konsantrasyonu ve türü önemli rol oynar. Bazı kişilerde alerjiler şeklinde anlık tepkiler oluşturmakla birlikte, çoğunlukla uzun süreye yayılan yan etkileri çok fazladır.
Bu gruptaki bitkilerin bazıları insan sağlığı açısından çok faydalı olmakla birlikte bazılarının yan etkileri oldukça ağırdır ve birçok sağlık sorununa yol açmaktadır.
Patates, patlıcan, domates, biber çeşitleri, sarımsak gibi bitkilerin yan etkilerini bilmenizde ve yerken ona göre tercih etmenizde fayda var!
Patates sofralarımızın olmazsa olmazıdır. Çok sever ve çok yeriz. Uzman doktorlar bile sağlığımıza olan katkılarını anlatır durur. Bir de bizlere anlatılmayan patatesi yazayım sizlere.
Patateste solanin ve chaconine denen ve toksik glykoalkoloid olarak bilinen iki bileşik grubu vardır.
Solanin, Solanacaeae familyasına bağlı bitki türlerinde bulunan, bitkinin kendi savunma sistemine bağlı olarak kendisini zararlı mikroorganizma, böcek ve hayvanlardan korumak için geliştirdiği kimyasal bir zehir türüdür.
Patatesin içinde solanin ile birlikte chaconine de bulunur. Choconine de kimyasal bileşik olarak zehirdir.
Ancak bu iki zehirli bileşiğin bir arada ortaya çıkışları farklıdır.
Patatesten dolayı zehirlenme yaşayanlarınız olmuştur. Rengi yeşile kaçan patates, tam olgunlaşmamış patates, patatesin çimlenmiş olması ya da buruşmaya yakın olması çok tavsiye edilmez. Patatesten yapılan ürünlerin çabucak yenilmesi, buzdolabında bile olsa uzun bekletilmemesi tavsiye edilir.
Sağlık programlarında ya da sağlık üzerine yazılan konu ve makalelerde pek bahsi geçmese bile patates zehirlenmesi sıkça yaşanılan besin zehirlenmelerinin arasındadır. Patates zehirlenmesi olan kişide birkaç saat içerisinde ya da etkilenme durumuna göre 12 saat içerisinde baş dönmesi, baş ağrısı, midede yanma, boğaz, kalp bölgesinde yanma hissi, bulantı, kusma, karın ağrısı ile ishal gibi belirtiler görülebilir, bilinç kayıplarına ve ölümlere kadar götürebilir.
Akut seyreden bu durumda zehirlenen kişiyi derhal en yakın sağlık merkezine ya da hastaneye götürmek çok önemlidir!
Yukarıda yazdığımız toplum arasında da bilinen patates zehirlenmesidir. Ancak benm burada sizlerle paylaşmak istediğim patatesin uzun sürede insan ya da hayvan metabolizması ve bedeninde yaptığı etkilerdir!
Patates nişastası çok olan bir bitkidir. Patatesin içerisindeki nişastanın çok olması solanin ve chaconine adlı bileşiklerin toleransını yükseltmektedir. Ne demek bu?
Patates yedikten sonra metabolizma önce endorfin ve ardından serotonin türevi hormonları salgılar. Bu nedenle patates yiyince kendimizi iyi hissederiz ve bu nedenle patatesi severiz.
Patates yerken metabolizma önden endorfin ve serotonin hormonlarını salgıladığından içeriğinde bulunan solanin, chaconine, metformin gibi zehirli bileşikler yiyen kişiyi çok rahatsız etmez.
Endorfin ve seratonin eşliğinde yenilen patates içerisindeki zehirli bileşikler, bağırsak epitel hücrelerinin duygu durumunu bozar. Onları yanıltır.
Epitel hücreler ; maddelerin kana geçişini kontrol ederler. Bu zehirli bileşikler ise endorfin ve serotonin eşliğinde kana karıştıklarından bağırsak epitel hücrelerinin algılarını bozarlar.
Bu durum patatesi sürekli yiyen kişilerde zamanla bağırsak epitel dokusunun işlevinin azalmasına, bağırsak geçirgenliğinin artmasına ve yaş ilerledikçe de bağırsakların artık beden için yararlı – yararsız maddeleri tam anlamıyla sentezleyip, ayıramamasından dolayı rahatsızlıkların ve hastalıkların artmasına yol açar. Artık bağırsaklarımız bizim için iyi olan ile kötü olanı ayıramaz duruma gelir!
Yani patatesin içinde bulunan bu 3 zehirli bileşik grubu öncelikle bağırsak sistemimizi ele geçiriyor. Bebeklikten itibaren bizlere masum diye yedirilen patates tüm yaşantımızı etkileyecek olan rahatsızlıkların ve hastalıkların başlıca sorumlularından birisi olduğu gibi kalıtsal olarak aktarımına da önemli rol oynuyor!
Yapılan araştırmalarda oldukça dikkat çekici sonuçlara rastlamak mümkün. Araştırmalara göre belirli aralıklarla, düzenli patates yiyen kişilerin metabolizmasında ve bedeninde neler oluyor?
Kanda asit dengesi bozuluyor, ürik asit miktarı artıyor,
Asit dengesinin bozulması, ürik asit miktarındaki artışla birlikte hücrelerin yeterli oksijen alamamasına ve yeterli beslenememesine yol açıyor,
Bu durum kanda lenfosit miktarının düşmesine ve buna bağlı olarak kanda enfeksiyon miktarının artmasına yol açıyor,
Kan hücrelerinin dokusunda bozulmalar başlıyor,
Kan hücrelerinin bozulmasıyla metabolizmanın işlevselliği bozuluyor ve azalıyor,
Tiroit bezi rahatsızlıkları ortaya çıkıyor,
Alerjik tepkiler artmaya başlıyor,
Bağışıklık direnci düşmeye başlıyor,
Enfeksiyona bağlı kas ve kemik rahatsızlıkları ve hastalıklarında artış gözlemleniyor,
Solunum yolu rahatsızlıklarında artış, soluk alıp vermede zorluklar gözlemleniyor,
Kalp ve beyin nöronları arasındaki elektriksel aksaklıklar ve yavaşlama, hücreler arasındaki verilerin bazen geç alınmasına, bazen yeterli alınamamasına sebebiyet verebiliyor. Böylece ;
Genç yaşta algı bozuklukları, unutkanlıklar, belleği iyi kullanamama, çok zeki ancak algıda bozuk çocuklar ve gençler,
Annesi ve babası çokça patates yemiş olan çocukların anne karnındaki gelişimlerindeki bozukluklar,
Bebeklerin doğduktan sonraki gelişim bozuklukları,
Yaşın ilerlemesiyle birlikte ön plana çıkan merkezi sinir sistemi bozuklukları ve buna bağlı rahatsızlıklar ve hastalıklar,
Epilepsilerin sıkça görülmesi,
Anksiyete ve depresyonik eğilimler, moralsizlik, … gibi daha birçok şikayetin temelinde patateste bulunan bu üçlü zehirli bileşiğin etkisinin yüksek olabileceği belirtiliyor.
Ayrıca ;
Kandaki bozuklukların kadın ve erkek üreme hormonlarında kalitesizlik ve düzensizlik, buna bağlı olarak cinsel isteksizlik, üreme organlarına bağlı rahatsızlıklar, erken menopoz ve andropoz, … gibi birçok sağlık sorununa yol açabileceği,
Özellikle çocuklar patates kızartmasını çok sevdiklerinden ergenlik dönemlerinde cinsiyet hormonlarının gelişigüzel salınmaya başlayabileceği,
Duygu durum ve davranış bozukluklarının arkasında uzun süreli patates yenilmesinin yatabileceği de bazı araştırmalara yer alıyor.
Yani patates yedikten sonra birkaç saat ya da o akşam mutlusunuzdur. Ertesi gün ya da toleransınıza bağlı olarak ilerleyen günlerde baş ağrısı, mide ve bağırsak spazmları, eklem ve kas ağrısı, karamsarlık, agresiflik, anlamsız iç sıkıntıları, yorgunluk, dermansızlık, insülin direncinde ani değişiklikler, yetersiz soluk alıp veriyormuş hissi gibi durumların olabileceği de yine bazı araştırmalarda belirtilmektedir.
Çocuklar patatesi yediklerinde birkaç saat çok mutlu olurlar, ardından agresifleşirler! “Ergenlik döneminde” der geçiştiririz. Acaba ergenlik dönemi midir. Yoksa patates bağımlılığı mı?
Yalnızca sizin değil tüm sevdiklerinizin yaşantısını etkileyen, gelecek nesilleri bozabileceği belirtilen bir bitkiden bahsediyorum!
Solanin zehirlenmesi, chaconine zehirlenmesi diye araştırabilirsiniz. İngilizcesi solanin poisining, chaconine poisoning ve metformine poisoning olarak iyice araştırın. Araştırma yaparken mümkün olduğunca magazinsel değil, bilimsel makaleleri okumanızı tavsiye ediyorum.
Magazinsel makalelere bakarsanız ortada çok bir sorun yokmuş gibi gösterilmekteyken, bilimsel bazı makaleler durumun oldukça önemli olduğundan bahsediyorlar.
Bu konuya meraklı olan kişiler için yazımızı detaylandırırken kullandığım kaynaklardan birini paylaşıyorum. İngilizce Türkçe çeviri kullandığınızda birçok makaleyi sizler de okuyabilirsiniz.
Burada bir özeleştiriye ihtiyacımız var diye düşünüyorum.
Bizler okuyan – araştıran toplum olmadığımız için birçok sermaye grubu sağlığımız üzerinden, yaşantılarımızda bu kadar rahat “at oynatıyorlar!”
https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0308814613004494
Ayrıca ; ben de patatesi çok sevmeme rağmen geçirdiğim travmatik beyin rahatsızlığından ötürü ayda bir kez yiyebiliyorum. Yedikten sonra ben de baş ağrısına yol açıyor. Ağrısını kesebilmek için üstüne minik bir parça bitter çikolata + badem yiyor ve demli çay içiyorum. Sizde de olursa aklınızda bulunsun…
Patates için yazılabilecek birçok detay var ancak şimdilik bu kadar yeterli. Patates sağlıklı kişiler için bile iki haftada bir kez yenilebilecek bir bitki gibi gözüküyor.
Kalp – damar, Merkezi Sinir Sistemi ile tiroit bezi ve kan rahatsızlıkları ile diğer kronik rahatsızlık ve hastalıklarda ayda bir kez yenilebileceğini düşünüyorum.
Patlıcan da solanin açısından zengin bir bitki. Ancak bu yazımda söz edeceğim konu patlıcanın yalnızca solanin açıısndan zengin olması değil! Patlıcanın içeriğindeki kimyasal asitlerin solaninle yaptığı bileşikler sonucu ortaya çıkan ve insan sağlığına zarar veren yönlerini yazacağım.
Bazı makalelerde solaninin patlıcanın kök, yaprak ve kabuklarında olduğu ve patlıcan meyvesinde çok olmadığı bildirilse de birçok makalede, patlıcanın meyve kısmındaki solaninin diğer bileşiklerle etkisi daha da dikkat çekiyor.
Patlıcan içerisinde bulunan nasunin denen bir fitokimyasalın, bedenimizde yavaş yavaş demir kaybına yol açan bir etkiye sahip olduğu bildiriliyor.
Patlıcan da bulunan solanin ile oksalat tuzlarının yaptığı kimyasal birleşimlerin ise bedendeki tüm hücre dokusuna zarar verdiği, böbrekler ve böbreküstü bezlerinin salınımında ciddi bozulmalara yol açtığı bilinmektedir şeklinde yazıyor.
Google’a “Böbrek üstü bezi iyi çalışmazsa ne olur?” diye yazdığınızda bile ;
Beden direnci ve bağışıklık gücü azalır. Vücudun enfeksiyonlar, bedensel ve ruhsal travmalarla mücadele gücü sınırlanır. Kolayca atlatılan enfeksiyonların, ishallerin yerini derin halsizlikler, kan basıncında ani ve tehlikeli düşmeler ve bazen de şoka, komaya kadar giden tablolar alır. şeklinde yazıyor.
Bu yalnızca böbrek üstü bezlerindeki bozulmayı anlatıyor. Gerisini siz düşünün!
Ayrıca ; patlıcan içindeki solanin ile etkileşime giren peptidlerin bazılarının insan bedenindeki hücrelerin soluk alış verişinde yavaşlamaya neden olduğu, buna bağlı olarak da ;
Hücre hasarı,
Hücre içi moleküler yapının iletişiminin azalması,
Hücre içi zehirli atık oranının artması,
Alerjik tepkimelerde artış (bedende enfeksiyona bağlı olmayan ateş, terleme, çarpıntı, dilde uyuşma, hafif panik atak),
Solunum yolu rahatsızlıklarındaki artış ve soluk alıp vermede zorluklar,
Deri ve deriye bağlı rahatsızlıklarda artış, egzama, vitiligo, akne oluşumunda ve deri kalınlaşmasında artış,
Böbrek ve karaciğer enzimlerindeki değişiklikler,
Sindirim sisteminin bozulması, hemoroit rahatsızlıklarının sıkça görülmesi ve iyileşmenin olmaması gibi birçok sonuca rastlanabiliyor.
Solaninin domateste, patates gibi yumrulu bitkilerde, bitkinin kendisini korumak için ürettiği bir bileşik olduğunu biliyordum.
Ancak boyutunun masum olmadığını ve bu türlü zehirlenmelere yol açtığını bu yaz ben de patlıcan ve dolmalık biberleri sıkça yiyerek deneyimleyerek öğrenmiş oldum.
Domates solanin içeren bitkiler arasında yer alan domatesin olgunlaşmış ve kızarmış olanının faydası oldukça fazladır. Ancak olgunlaşmış, kızarmış domatesi de içeriğindeki zengin asit bileşiklerinden dolayı yetişkin sağlıklı bireylerin bile 3-4 adet orta boydan fazla yemesi doğru değildir! Çocuklara 1 küçük adet yeterli olacaktır. Domates de alerjilere yol açan bir bitkidir.
Domates pişirilmeden yenilebileceği gibi, çok az buharda pişirilerek yenilmesi kalp – damar ve kan, tiroit bezi, böbrek ve kanser rahatsızlıklarında daha sağlıklıdır. Aynı anda domates ve salçasını kullanmayın. Kullanacaksanız da en az ölçüde kullanmaya özen gösterin.
Henüz iyice kızarmamış ham domatesin, mor ve siyaha yakın renkli domatesin yenilmesinin ve hazır salça kullanımının sağlık açısından bir takım sorunlara yol açabileceği araştırmalarda da belirtiliyor.
Sarımsak ülkece çok seviyor çok kullanıyoruz. Sarımsak çok değerli bir bitkidir. Kim için?
İlaç sanayi için!
Sarımsağın içerisindeki bileşenler ve özellikle çok çeşitli kükürt minerali ilaç sanayinde ilaç yapımında sıkça kullanılır. Sarımsağın çok değerli olması onu bizlerin çokça yemesi anlamına gelmez!
Sarımsak içeriği sağlık açısından çok zengin olmasına rağmen, kan yapısının bozulmasıyla ortaya çıkabilecek rahatsızlıklar ve hastalıklar açısından da o denli önemlidir.
Kanın bozulmasıyla ortaya çıkabilecek rahatsızlıkları yukarıda solanin ve chaconine zehirlenmesinde ele alınmıştır.
Sarımsağın içerisindeki bazı kükürt bileşik çeşitleri kan hücresinin zarının bozulmasına yol açabiliyor. Sağlıklı olan kan hücresinin bozulması bir anda ortaya çıkmaz. Yıllar içerisinde etkisini göstermeye başlar ve daha da önemlisi kalıtsal olarak çocuklarınıza, torunlarınıza aktarılır! Bugün rahatsızlıklarla doğan çocukların nedeni ; anne ve babaları ile atalarının bilinçsiz beslenmesiyle de yakından ilişkilidir!
Diyelim ki ; çok sağlıklı birisiniz. Ve sarımsağı da günde 1 dişten fazla yemeye başladınız. Bakalım günde 1 dişten fazla yediğiniz sarımsak (pişmiş olarak düşünüyoruz) neler yapıyor bedeninize?
Sarımsak güçlü bir antibiyotiktir!
Antibiyotik nedir? Bio : varlığın yaşamı anlamındadır. Anti : Karşıt demektir.
Antibiyotik : Varlığın yaşamını etkisizleştirmek demektir.
Niye kullanırız ?
Bedenimize zarar veren bakteri, mantar gibi mikroorganizmaları etkisizleştirmek için.
Peki, sarımsak varlığı etkisizleştirirken, yani mantarı, bakteriyi öldürürken onun insan bedeni için dost mu düşman mı olduğuna karar vererek mi etkisizleştirir? Hayır.
Özellikle kükürt dioksit ve kükürt trioksit açısından zengin bir besindir. Bu iki kükürt çeşidi normalden fazla kullanımda insan ya da hayvan sağlığı açısından zararlıdır! Çünkü bakteri, mantar ya da diğer mikroorganizmaları etkisizleştirirken sizin sağlıklı hücrelerinize de zarar verir ve onlarda bozulmalara yol açar! İlaç sanayinde birçok böcek ilacının içindeki kükürt bileşikleri ile aynıdır sarımsağın içerisindeki kükürtler!
Sarımsağın içerisinde yüksek miktarda allisin sülfür bileşiği bulunur. Bu bileşiği derinize sürdüğünüzde yanıcı etki gösterir.
Sarımsak yediğinizde midenizde yanma meydana gelir. Sarımsak yedikten sonra biraz daha dikkatli kendinizi dinlerseniz kalbinizdeki ve beyninizdeki yanma hissini de fark edebilirsiniz.
Sarımsak içerisindeki allisin kalp ve beyindeki nöron hücrelerinden geçerek, kalp ve beyin hücre içini yakarak uyuşturur. Evet yakarak uyuşturur!
Allisinin yan etkileri nelerdir diye araştırmanızı tavsiye ediyorum!
Sarımsak yedikten sonra bir rehavet çöker ya üzerinize, aniden tansiyon düşüklüğü ile bir uyuklama başlar. Bazısında baş ağrısıyla birlikte seyreder.
Sarımsak tansiyonunuzu süratli bir şekilde düşürür. Tansiyonun hızlı düşüşü iyiymiş gibi gözükse de, bedeninize verdiği zarar daha yüksektir. Tansiyonun çabuk düşmesi aynı ateşin çabucak düşürülmesi gibi bedene şok etkisi yapar!
Bazı bebek ölümleri bilinçsiz kullanılan ateş düşürücülerin, ani şekilde ateşin düşürülmesiyle meydana gelen damar çatlamalarının yol açtığı ani şok ile meydana gelir maalesef!
Tansiyonun süratle düşürülmesi de aynı tansiyonun ani yükselmesindeki etkiyi gösterir ve kalp spazmlarına, kalp krizlerine giden yola davetiye çıkarır.
Sarımsak ; beyin sinir sisteminizi, kalp sinir sisteminizi, sindirim ve boşaltım sisteminizi, solunum ve dolaşım sisteminizi, üreme sisteminizi, kanınızı ve dolayısıyla sizi yavaş yavaş bozan bir etkiye sahiptir.
Sarımsağı bolca tüketen yaşlılarla dolu etrafımız. Neredeyse tümünde demans var, Alzheimer var. Ve bunlar gittikçe erken yaşlara doğru kayıyor. Ve gittikçe sinirlerimiz dayanıksızlaşıyor!
Kalp – damar rahatsızlığınız var. Onca sarımsak tüketiyorsunuz da bir türlü iyileşemiyorsunuz! Tiroit beziniz rahatsız ve bir türlü iyileşemiyorsunuz!
Acaba doğal antibiyotik diye sarımsağı, sağlıklı diye patatesi, patlıcanı ve biberleri çokça bilinçsizce yediğinizden olabilir mi?
Kısacası günde 1 dişten fazla yenilen sarımsağın sağlıklı insan üzerindeki yan etkileri ;
Kan basıncını düşürür, kalp ve damarları yorar,
Algıyı azaltır (ani uykuya geçişi sağlayabildiği için araç kullananlara tavsiye edilmez!),
Sinir hücrelerini yavaş yavaş yakarak etkilerini azaltır, sinirleri zayıflatır,
Ergenlik çağındaki çocuklarda hormon üretimini baskılayabilir,
Aşırı ve zehirli kükürt içeriğinden dolayı Karaciğer kanserine yol açabilir,
Bazı ülkelerde sarımsak yemeklerde son derece sınırlı kullanılır. Sarımsağın yan etkilerini özellikle yabancı makalelerden araştırmanızı tavsiye ediyorum.
Yukarıda da belirttiğim gibi sağlıklıysanız sarımsağı çok seviyorsanız bile günlük yalnızca küçük bir diş sarımsağı yemeğinize tat versin diye ekleyebilirsiniz. Fazlası metabolizmanıza ve dolayısıyla sağlığınıza zarar verir!
Kalp – damar ve kan rahatsızlığı olanlara önermiyorum!
Biberler ve Acı Biberler
Biberlerde de solanin içeren toksik glykoalkoloid olarak bilinen bileşikler var.
Solaninin zehirlenmesini yukarıda yazdım.
Biberin içerisinde kapsaisin diye bir bileşik daha var. Nörotoksindir.
Yani kalp, beyin ve bağırsaklarınızda bulunan nöronlarınızı tahrip eden, zehirleyen bir kimyasaldır.
Hücrenizin zehirlenmesinden öte bir şey var mı? Tabi ki bir anda değil. Yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Rahatsızlıklar, hastalıklar ve bitmek bilmeyen acılı süreçler!
Acı olmayan biberlerin bile zehirleme etkisi varken, bir de üzerine acı biberlerin zehirli etkisini de eklersek sağlıklı insanların dahi yerken en az ölçüye dikkat etmesini tavsiye ediyorum.
Kanser hastasıysanız ve kronik rahatsızlığınız varsa iyileşinceye değin ara vermenizi tavsiye ediyorum.
Açıklama : Yukarıda yer verdiğim bitkilerin yanı sıra sağlığımızı tehdit eden başka bitkiler de var. Onların kullanımı ülkemizde çok yaygın olmadığından, ileri tarihlerde sayfa güncellemelerinde yer vermeyi uygun görüyorum.